4 Kasım 2015 Çarşamba


KapadokyaGezisi yapıldı.




28-29-30-31 Ekim tarihlerinde İstanbul Off-Road Kulübü üyeleri ve aileleri ile birlikte Kapadokya gezisini gerçekleştirdik.


Sonbaharın artık yüzünü gösterdiği güzel bir doğaya 4x4 araçlarla yapılan muhteşem bir tatil geçiren üyelerimiz cumartesi günü dönüş yaptılar.



"Kâh çıkarız göklere seyrederiz âlemi
Kâh ineriz yerlere seyreder âlem bizi

Kâh gideriz geziye kıskansın âlem bizi


Sınırsız sayıda güzel an yaşamak için –zipli bir dosya gibi, çok sıkıştırsak o anları- minimum kaç güne ihtiyaç vardır sizce?


Binlerce kahkaha, gülmekten gözlerde oluşan binlerce incecik çizgi, yüzlerce heyecan anı ve yüzlerce ferahlama, sayısız büyülenerek iç çekme, yüzlerce hayranlıktan faltaşı gibi açılan göz, omuz omuza kenetlenerek bir ağızdan söylenen onlarca şarkı ve düzinelerce türkü, binlerce el çırpma ve sayısız kadeh kaldırma, dans, dans, kahkaha, kahkaha, yine kahkaha…


Biz 4 güne sığdırdık o anları.


7 aylıktan 70 yaşına 3 nesil İsoff’lu bir koşu Kapadokya’ya gidip geldik, bir dolu güzel an, bir o kadar keyifli anı ve muhteşem görüntü depoladık ki, bize bir sonraki geziye kadar yetsin.


Hepimiz ayrı araçlarda, ama aynı telsiz ve telefon kanalında, aklımıza düşenleri paylaşarak uzun bir yol gittik, uzun bir yol döndük, yolun kendisi de güzeldi şüphesiz. Kapadokya’da geçirdiğimiz 2 günse muhteşemdi. Öyle çok şey, öyle çok hikâye, öyle çok yaşanmışlık sıkıştırdık ki bu günlere, her biri kendi başına ayrı bir yazı konusu olur. Böylesine tıka basa dolu bir geziydi işte.


Şimdi istesem sadece bir yol öyküsü anlatabilirim.


Her bir aracın sahneye çıkmış bir şovmen –ya da şovcar mı desek- gibi davrandığı, paylaşılan her telsiz konuşmasının tüm grubu kahkahaya boğduğu uzun bir yol hikayesi. Önümüzde doğan güneş arkamızda parıldayan dolunayla sabahın 6’sında yollara koyulduğumuzu anlatabilirim mesela. Ya da konvoya yetişemeyen araçların, saatler ilerledikçe hiç aksatmadan bize yetişip konvoydaki sıra numaralarına göre hemen araya dahil oldukları muhteşem konvoy koreografisini tarif edebilirim.


Ama gezimiz sadece bir yol hikâyesi değildi.


Ya da kişilerden bahsedebilirim. Rivayete göre, Kapadokya’nın meşhuur kabak çekirdeği ürününü yeteri kadar stoklayabilmek için tek araç değil iki araç gelmeye karar veren kabak-çekirdeği-sever-İhsan abiden bahsedebilirim. Ya da 2. nesil bir İsoff’lunun, Ateş’in, konvoydaki ailelerden birinin köpeğinin seyahat boyunca pansiyona verildiğini duyduğunda, Hmm demek ki otelimize ilk o gidiyor, yerlerimizi ayırtır, dediğini anlatabilirim. Başka bir 2. nesil İsoff delikanlısının, Rüzgar’ın, konvoydaki araç numaralarını listeleyip ciddi ciddi, Eveet 1 numaralı araç 1 numaralı odaya, 2 numaralı araç 2 numaralı odaya, 3 numara biraz kalabalık ama sığacak naapalım 3 numaralı odaya, diye oda yerleştirmesini kafasında çoktan hallettiğini söyleyebilirim. Aracın içini tamamen İsoff stickerleri ile donatan Ateş’i, tüm yolculuk boyunca bir an susmayan Utku-Berke-Viket gençler aracını, sadece mavi ojeli kişileri aracına kabul eden kızlar aracını, felaket hasta olmasına ya da o gün bir operasyon geçirmesine rağmen geziye katılan Halil İbrahim ve Fatih’i, ufak kaşif ve macerasever Tunca’nın her yere nasıl cesaretle tırmandığını, Özlem’in üşenmeden aşure yapıp tüm gruba ikram etmesini, Şeyda’nın yanında koca bir şişe vişne likörü getirip rekor zamanda şişenin tamamen boşalmasını, Volkan’ın İndiana John’s şapkasıyla dolanmasını, Simge ve Su bebek’in bizim yaptığımız her şeyi paylaşmasını, Kemal’in her çekilen fotoğrafa koşa koşa kenarından kafasını uzatarak dahil olmasını, Fatih’in tüm gruba yemek ısmarlamasını, Erol bana ve Nedret’e bileklik almak için Tahire’den yardım isteyip, kıyafetlerine hangisi uyuyor, onu alayım dediğinde Tahire’nin, Aman Tanrım sen bir meleksiin Erol abi, demesini uzun uzun anlatabilirim.


Ama tahmin edeceğiniz gibi bu kişileri ön plana çıkaran bir gezi de değil.


Kapadokya maceralarımızı sıralayabilirim. İlk gece devasa bir dolunayda karanlık, ürkütücü peri bacalarının arasındaki yürüyüşümüzü, Göreme Milli parkında, Zelve’de, Uçhisar’da, Peri bacalarının arasında, Ihlara vadisinde nasıl sanki ilk kez geliyormuşçasına heyecanla dolaştığımızı, bazı kızların “Aşk Vadisi”ne bu adın vadi havadan kalp şeklinde göründüğü için verildiğini sandıklarını, Kaynarca Yeraltı şehrine hep beraber girip hep beraber çıkamadığımızı, bazı üyelerimizin arada çaktırmadan kaçtıklarını, bazı üyelerimiz dar geçitlerde sıkıştıkları için trafiğin uzun süreli tıkandığını, Uçhisar’ın tepesine nefes nefese tırmandığımızda gördüğümüz manzarayı, kaleye oyulmuş kaya mezarlarını gördüğünde gruptan birinin, Buraya tırmanırken kalp krizinden giden adamları gömmüşler herhalde, diye homurdanmasını, benim çömlekçi tarafından grubun kurbanı olarak seçilip cansiperane çömlek yapmaya çabalamamı, sonuçta ortaya eğri büğrü bir soba borusu çıkmasını, 2 gün boyunca konvoyla aynı göbekten 24 kere geçişimizi, son sabah herkesin penceresinin önünde koca bir balon görmesini, benim elimde fotoğraf makinesi otelin bahçesinde yerden 50 cm yukarıda uçan bir balonu kovalamamı da anlatabilirim tabii.


Ama gezimiz sadece bir Kapadokya gezisi de değildi.


İlk akşam bir şarap evi bulmak için taa Avanos’a ve Ürgüp’e kadar gitmemizi ve her tarafın kapalı olduğunu keşfetmemizi, sonunda otelin yanı başında minik bir kafede sıcak şarap içmemizi, ikinci akşam vadiye bakan, sadece bize ait sıcacık bir mekanda, bahçede ateşimizi de yakıp ateş başında sohbetlerimizi, içeride soba başında tatlı dedikodularımızı, yavaş yavaş başlayan müzikle, ben sakin bir gece geçirmek istiyorum öyle oynayıp türkü çığırma havasında değilim hiç diyen sevgili üyelerimizin hepsinin piste –ortasında soba yanan 3 metreye 2 metre daracık bir alan- nasıl fırladığını ve tüm akşam inmediğini, hep bir ağızdan söylenen eski şarkıları, yerlere çökerek okuduğumuz yanık türküleri, Su bebek dahil hepimizin çiftetelli ve Ankara havasında zıpladığımızı, hatta damat halayı oynadığımızı, klavyede Fatih, vurmalı çalgılarda Erkan, DJ Kemal üçlüsü ile mikrofonu elimize geçirip sesimiz kısılana kadar şarkı söylememizi, Karlı Kayın Ormanını, Ciao Bella’yı, Sarı Gelin’i, Cumhuriyet bayramı şerefine kaldırılan beyaz ve kırmızı kadehleri, gecenin bitiminde, sabaha –ve balon için 5’te kalkmaya- az kala iyi gejeleer, öpüjüüüm dilekleri ile dönüjje geçmemizi unutmadan hatırlatabilirim.


Ama bu gezi keyifli bir akşam geçirme, bir rakı balık gecesi de değildi.


Grubun yarısından fazlasının balona binmek için heyecanlandığını, bu heyecanlanan kişilerden bir kısmının fobi derecesinde yükseklikten korktuğunu, ama cesaretle balona bindiğini, grubun kalanının –minik Su dahil- balona binmek için sabahın 5’inde kalkanları balon alanına kadar geçirmek için uyandıklarını, el sallayıp helallik dilediklerini, tüm kızların bir arada bindiği balonun pilotunun da bir kadın olmasını, sabahın alacakaranlığında altından üflenen dev alev dilleri ile canlanan balonun muhteşem yükselişini, yüzlerce balonla göklerde güneşi karşılamamızı, Kapadokya’nın büyülü vadilerinin bu yükseklikten başka bir gezegene ait topraklar gibi görünmesini, 1400 metre yükseklikte sadece harlanarak balonu yükselten alevlerin homurtusu ve rüzgarın fısıltısı dışında ses olmadan bir rüyada gibi süzülmemizi, sonunda yere indiğimizde, güzel bir manevra ile balonu bir 4x4 aracın çektiği römorka oturtan pilotumuz sayesinde, dağ tepe tepemizde balon, balon off-road’u yaptığımızı, şampanyalarla inişimizi ve gündüzü kutladığımızı da anlatabilirim.


Ama anladığınız gibi gezimiz sadece bir balon macerası da değildi.


ATV’lere bindiğimizi, büyük küçük kalabalık bir grup olarak peri bacaları arasında dolaştığımızı, güneşi Aşk vadisinde batırdığımızı, her off-road turunun olmazsa olmazı taklalarımızı Berke ve Viket aracılığı ile aksatmadan attığımızı, tüm konvoy Tuz gölünün üzerinde incecik bir şeritte gittiğimizi, Tuz gölünün pembe ve saydam mavi tonlarında bir başka boyuttan yansıyormuş gibi görüntüsünü anlatabilirim ilaveten.


Ama bu gezi sadece bir İsoff off-road ve macera gezisi de değildi.


Bu gezide nefes aldık, alabildik, nefesimizi heyecanla tuttuk, mutlulukla bıraktık. Bu bir gezi değil uzun bir an’dı aslında. Hepimiz öyle yaşadık. İlerde geziyi hatırladığımız zaman tek tek olayları değil tüm geziyi bir bütün olarak hatırlayıp, ahhh ne muhteşemdi, diyeceğiz.


İşte öyle bir geziydi bu."




AYŞİN UYSAL